Büyük önyargılarla ve ümitsizlik dolu bir biçimde izlediğim
bu film, sanırım 2017 içinde beni en çok utandıran eserlerin zirvesine
yerleşmiş bulunmakta. Size bunun nedenlerini spoiler vere vere anlatacağım.
Eğer cidden twistler yiyerek keyif alıp yastık ısırmak istediğiniz bir film
varsa yazıya devam etmeyin ve koşun sinemaya Mother! filmine bilet alın.
Spoiler!
Filmin açılış sahnesinde ormanın ortasında büyük bir evde yanarken ağlayan bir kadın görüyoruz. Ardından bir adam elinde bir kristalle salona gelip onu yerine koyuyor ve ev yenileniyor. Flashback tarzı bir usülle kendine gelen evde yatakta birden bir kadın silüeti beliriyor ve Jennifer Lawrence’ın repliği ile filme başlıyoruz.
Psikolojik tema içeren filmlere aşinaysanız bilirsiniz ki
filmin açılış sekansı kapanışta da kullanılır. Ben de aynen böyle bekledim ve
sonra ağzım açık kaldı.
Karakterlere bakarsak Mother! karakterini oyunculuğundan
gram haz etmediğim Jennifer Lawrence, Him karakterini ise Javier Bardem
canlandırıyor. Yani elimizde bir erkek ve bir kadın var.
Kadın evine düşkün, genç, adeta eviyle yaşayan birisi ve mümkünse
sadece kocasını ve ileride olacak bebeği ile yalnız olmak istiyor. Erkek
karakter ise her şeyini bir yangında kaybetmiş, ilham perisini arayan bir şair.
Filmin başından sonuna kadar bulunan yan karakterleri anlatmak istemiyorum
çünkü hiçbirisi beklediğiniz hamleleri yapmıyor, hatta buna sebep bile olmuyorlar.
Sanırım filmin en gıcık eden yanı buydu. Filmde beni başlarda rahatsız eden ilk
unsur ortam seslerinin konuşma sesleriyle aynı seviyede gelmesiydi. Mesela
adamın ağzını şapırdatması ve yürürken çıkardığı ses, konuşma sesiyle aynı
seviyede geliyor, bunun bizi rahatsız etmek için planlandığını filmin
ortalarında anlıyoruz.
Film 2 saat sürüyor. 45-45-30 olarak bölersek:
İlk 45 dakika sizi sıradan bir korku filmi gibi germeye
çalışırken aslında alttan alttan sizi bir şeylere hazırlıyor.
İkinci 45 dakikada size biriktirdiği ve gerçekten
gerildiğiniz, insan nefretiyle dolduğunuz anları dışarı çıkarmanız için sizi
harekete geçiriyor. Bu süreçte filmin başını komple unutturuyor ve sonuyla ilgili
saçma sapan tahminlere başlıyorsunuz.
Son 30 dakika ise bence adli tıp ve narkotik eşliğinde
izlenmeli. Çünkü filmin bu sahnesi kesinlikle normal kafayla yapılmamış. 6
kişilik bir senaryo ekibinden 2 tanesi extacy kullanmış, 2 tanesi LSD etkisinde
2 tanesi ise alkolden kafaları ay parçasına dönmüş durumda yapılmış. Hayatımda
bu kadar etkileyici bir sahne görmedim, göremem. Ayakta alkışlıyorum.
Filmin en sonuna gelince Jennifer Lawrence kafayı yiyor,
önce kendimi sonra evi yakarım diyerek alev alev sardırıyor etrafı. Patlama
bitince ayakta kalanlar filmin başrolleri olan Him ve Mother. Erkeğin hiçbir şeyi
yok, kadın ise yanmış ve simsiyah bir halde.
Kadın bitkin bir halde, “Nesin sen?” diyor. Adam da “Ben
benim, sen de evsin” diyor. Sonradan bütün duvara dokunma sahneleri,
sinirlenince kanayan ve eriyen duvarlar. Mutluyken yara bandı yapıştırılmış
gibi yama yapılmış yerler, bir anda hepsi kafanızda birleşiyor. Mutlu oluyor
ama korkuyorsunuz, aga bu nedir diyorsunuz. Sonrasında adam ellerinin kadının
göğüs kafesine daldırıyor ve içinden kristali yani adama olan sevgisini alıyor.
O anda Jennifer Lawrence küllere dönüşüyor. Adam açılış sekansında ki gibi
elindeki kristali alıp evin ortasına koyuyor ve ev yeniden düzelmeye başlıyor
ardından yatakta beliren bir kadın silüeti derken biz Jennifer Lawrence çıkıyor
diyoruz ancak aynı repliği başka bir hanım kızımız aynı şekilde söyleyince vay
anasını diyor, yam yam tipli şair abimizden korkuyoruz.
Filmi en az spoilerlı şekilde ancak böyle anlatabilirdim.
Vermediğim ayrıntılar yine sizi çok keyiflendirecek o yüzden kesinlikle ama
kesinlikle sinemada izlemeniz gereken bir film. Mümkünse hemen gidin ve alın
biletinizi.
Yorum Gönder