Darwinya bir Jules Verne macerası misali başlayıp yüzüncü sayfayı geçtikten sonra okuyucusun midesine attığı bir yumrukla çok farklı bir şeye dönüşen bir kitap.
1912'de, insanlık tarihini altüst eden bir 'mucize'yle başlıyor kitap; Avrupa kıtası, üzerindeki tüm canlılar ve yapılarla birlikte bir anda ortadan yok oluyor ve onun yerinde dünya üzerinde hiç görülmemiş canlılarla kaplı Darwinya beliriyor. Kitap boyunca bu 'mucize'nin nedenleri ve sonuçlarını öğreniyoruz.
Mucize kelimesini tırnak içinde kullanmamın bir sebebi var elbette, dindar kesim açıklayamadıkları bu değişimi, Tanrı'nın Avrupalıları yozlaştıkları için yok ettiği şeklinde tanımlayarak Nuh tufanına benzetiyor ve kıtaya bilim dünyasıyla dalga geçmek adına Darwinya ismi veriliyor.
Bu mucizenin zamanlaması da çok manidar aslında, 1912 yani Birinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesi... Dünya tarihindeki dönüm noktalarından biri bu açıklanamayan olayla tarihten silinmiş oluyor, bunun ciddi etkilerinin olmaması beklenemez, değil mi?
Tarihsel olarak baktığımızda 1912, aynı zamanda Birleşik Krallık'ın hâlâ 'Toprakları Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk' olduğu yani aktif sömürgeciliğin canlı olduğu bir dönem; dolayısıyla yeni, insan eli değmemiş bu kıta güçler dengesi için çok önemli, keşfedilmesi ve ele geçirilmesi gerekiyor.
Kitap boyunca Dünya'daki olayları genel olarak lineer bir zaman çizgisinde de olsa farklı farklı karakterlerin gözünden izliyoruz. Yine de sanırım baş karakterin Guilford Law olduğunu söylemek yanlış olmaz. Guilford Law on dördüncü doğum gününde mucizeye şahit oluyor ve o günden itibaren Darwinya'nın gizemi onu kendisine çekiyor. Zaten yazının en başında bahsettiğim Jules Vernevari macera bu noktada, Guilford'un bir keşif ebinin fotoğrafçısı olarak Darwinya'ya gitmesiyle başlıyor, sonrasında olan değişimden çok bahsetmeyeceğim çünkü bence okurken keşfedilmeli ama bir sonraki paragrafta o konuyla ilgili birkaç notum olacak sürprizi kaçırmak istemiyorsanız o paragrafı atlamanızı öneririm.
149. sayfa itibariyle kitap neden fantastik değil de bilimkurgu türünde olduğunu kanıtlıyor. Yazar o âna kadar ki anlatımından tamamen uzaklaşan bir bölümle bir anda okurun ayaklarını yerden kesiyor ve yapbozun parçaları yerine oturmaya o noktada başlıyor. O bölümün ilk sayfasını bitirdikten sonra durup sayfayı tekrar okumam gerekti çünkü zihnimde o ana kadar kurguladığım tüm olasılıkları çöpe atıp kendimi yeni bir kurguya hazırlamam gerekiyordu; bu yüzden mideme inen bir yumruk şeklinde bahsetmeyi uygun gördüm.
Temel düşünce çok güzel olasa da kitabın birkaç eksik noktası da yok değildi. Öncelikle mekân, hayvan ve bitki tasvirleri oldukça eksik. Darwinya hem bitki örtüsü hem hayvanlar olarak tamamen yeni bir dünya fakat tasvirler ya yazarın seçiminden ya da çeviride kaybolduğundan hep havada kalmış.
Benzer şekilde yazarın kurgu da saptığı yol son derece ilgi çekici olsa da yeterince açıklanamadığından ve tatmin edici bir sona bağlanmadığından biraz havadaydı.
Sönmez Güven'in çevirisi son derece akıcıydı fakat 'sandık dolusu anılar', 'raflar dolusu kitaplar' benzeri birkaç editoryal karar gözümü tırmaladı. Elbette bu konuda biraz fazla ayrıntılı düşünüyor da olabilirim.
Kısacası Darwinya, mükemmellikten bir adım uzak da olsa ilginç kurgusu ve fikirleriyle okunmaya değer bir kitaptı. Bu fikirleri görmek için çok yüksek olmayan bir beklentiyle okunmasını tavsiye ederim.
Yorum Gönder