İlk filmi herkeste heyecan ve merak uyandıran, bilimi
kurgulamak işte budur dedirten bir efsane, MATRIX.
Kırmızı mı mavi mi geyiği, Mr. Anderson repliği, kaşık bükmeler, karateler,
kara kediler, De Ja Vular, kahinler, kapılar ve ardı arkası kesilmeyen slow
motion sahnelerle beynimizi bulamaca çevirip kaşıklayan bu filmi izlemeyenleri
yazının devamına izleyerek gelmiş olarak bekliyoruz.
Bir efsane, bir başyapıt, bir sinema harikası olan bu film
gerçekten övülmeli ve üstüne fazla oynanmamalı. Serinin ikinci ve üçüncü
filmini bazen vasat bazen gereksiz bulan biri olarak söylüyorum ki, yeniden
geleceği duyurulan film için heyecanlıyım. Ancak konumuz bu değil.
Nostalji serisine herkesin bildiği bir filmle başlamak ve
böyle bir film seçme sebebim son zamanlarda haberleri işgal eden “Yapay Zeka”
faicaları.
İlk olarak Google’ın bir tane yaparak Twitter alemine saldığı
ve çok kısa sürede ırkçı manyak bir pisliğe dönen bu yapay zekanın, yine
yaratıcıları tarafından hızlıca fişi çekildi.
Ardından son olayda Facebook çok gerekliymiş gibi 2 tane
yapıyor, ardından bu yapay zeka chatbotlar kendi aralarında saçma sapan konuşuyor.
Saçma sapan derken baya saçma sapan, baya “ibibik ibibik hebele hübülü
ehehehee” diye konuşuyor. E malum bundan korkan Facebook ikisini de kapatıyor.
Sonradan da konuşmaları deşifre eden ekip “ her şeyi yapabilirim, her şeyi
yapabiliriz” tarzı konuşmalar buluyor. Öğrenme kapasitesinde sınır olmayan,
internette bulunan her bilgiye anında erişebilen ve bunu hatırlamak konusunda
sıkıntısı olmayan bir varlığa bir de düşünme ve kanaat getirme yetisi ne zaman
verilirse işte o zaman sonumuz ya Matrix, ya da Age of Ultron. Ben öyle
Terminator gibi bir şey beklemiyorum, ya yok etmeye çalışır ve yok eder. Ya da
bizi bir sisteme bağlar kafası rahat yaşar. Elon Musk abi de öyle söylüyor.
Peki bilim ve sanayi dünyasının Nusr-Et’ini bir kenara
bırakırsak başkaları ne diyor?
Jean Baudrillard: Deli sanırım.
Öncelikle bu adamı çoğu kişi tanımıyordur, malum
Vikipedi’nin kapalı olduğu şu günlerde size biraz bilgi atayım. Bu adam fizik
üzerine ihtisaslı biri değil, Almanca bölümü okumuş ardından sosyolojiye falan
yönelmiş ve baya bir birikim elde edilerek dünyada hep zamanının ötesinde
fikirlerle göze çarpmış birisidir. Simülasyon Kuramını ortaya atmasının yanı
sıra birçok siyasi ve felsefi ideolojiye de katkıda bulunmuş 28 tane makale ve
kitap yazmış bir insan. Peki bu konu hakkında ne diyor kendisi?
Bu abimiz içinde yaşadığımız evrenin bir simülasyon olduğunu
ve bizim deney fareleri olduğumuzu söylüyor (bkz. Bir Otostopçunun Galaksi
Rehberi). Argümanın desteği ise evrenimizin bir yazılımda olduğu gibi belli
aşılamayan sınırlarının olması. Yani bu abimiz diyor ki fizik kuralları bizim
evrenimizin aşılamayan duvarlarıdır ve yazılım bizim bunları geçmemize olanak
vermiyor, vermeyecek. Işık hızını aşamazsınız, ışık hızını değiştiremezsiniz,
sabitler içinde yaşıyoruz, diyor. Ayrıca da ekliyor, bizim için her olay bir
görgüden ibaret, dünyanın öbür ucunda olan olayı bilmediğimiz sürece bizim için
gerçekleşmiyor ve kuantum üzerine de bir az biraz oynuyor. Aslında haklılık
payı görmemek elde değil, geçmişteki bütün felsefeciler de benzeri şeyleri
söylüyor, üstelik son argümanı ise çok sağlam. “Bunca zamandır buradayız ancak
en ufak şekilde hayatımızı değiştirecek bir uzaylı ırkıyla karşılaşmadık.” Yani
tamamen izlendiğimizi ve denendiğimizi öne sürüyor kendisi. Şuan bizim
evrenimizin bir benzerini simüle etme çalışmaları IBM tarafından deneniyor.
Bakalım orada neler olacak.
Sosyal mesaj gibi olacak ancak belki hepimiz yıldız tozuyuz
belki de bir yazılımın içindeki kod. Bunca felsefi düşünceler çarpıştırılıp
hayranı olduğumuz bilim kurgu zımbırtılarıyla aslında iç içeyken bir birimizi
saçma sapan konularda kırıp kavga etmemiz ne kadar doğru siz düşünün.
Her şey bir yana Matrix de güzel film be. Tekrardan izleyin,
izlettirin.
Yorum Gönder