İnceleme: Başlangıç - Dan Brown


Dan Brown, son hasılat rekortmeniyle raflarda yerini aldı. Başlangıçı, (orijinal adıyla 'Origin') tüm dünyada satışa çıktı. Bu vesileyle edindiğim kitabı tek solukta okudum. İzlenimlerimi size aktarmaya gayret edeceğim.

Öncelikle kitabın aldığı övgülere değinerek başlayayım. Kitap satışa sunulduğunda, Dan Brown'ın 'en yaratıcı ve en muhteşem romanı' olarak nitelendirilmişti. Her ne kadar hikaye kurgusu ve üslubu olarak diğer romanlarından çok daha üstün bulmasam da, bir şeyi diğer kitaplarına nazaran çok daha bariz yaptığı açık: cür'et. Zira Brown bu romanında, insanlığa dair merak ettiğimiz çok önemli iki soruya cevap arıyor: nereden geldik ve nereye gidiyoruz.  Ve bunları kendince tutarlı evreninde öyle cür'etkâr bir kurgusal teoriyle yanıtlamış ki, takdir etmemek elde değil.

Kitabın en beğendiğim yönlerinden biri de buydu. Brown'un eserlerinde genel olarak gerçek ve kurgunun sınırları çok belirsizdir. İlk başta kendisi de belirttiği üzere, kitapta adı geçen tüm kurum, bina, sanat eseri ve tarikatlar gerçekten varlar. Yalnızca karakterler kurgusal. Bu bakımdan, aslen ne bir bilim insanı, ne de bir din alimi olan Brown'un sıradan bir okuyucunun hiç şüphesini çekmeyecek derecede tutarlı kurulmuş bilimsel teoriler ortaya sunması, onun ne kadar çalışkan bir araştırmacı ve doğal olarak ne kadar başarılı bir romancı olduğunu kanıtlar nitelikte.

ü

Kitabımızın baş karakteri, Brown'un diğer best-seller'larının çoğunda olduğu gibi Harvard'lı simgebilim profesörü Robert Langdon. Klostrofobik, fotografik hafızaya sahip, dinler ve sanat tarihi konusunda aşırı bilgili ve sportif bir karakter olan Langdon, yine romanın baş kahramanı olarak Brown kitaplarında görmeye alışık olduğumuz bir vesileler zinciriyle maceranın içine atılır. Önemli bir bilimsel bir buluşu takip ederken esrarengiz bir cinayete tanıklık eder, güzel ve başarılı bir kadınla beraber kendini bu gizemi aydınlatmaya çalışırken bulur ve bu uğurda tüm yeteneklerini sergiler.

Da Vinci Şifresi, Melekler ve Şeytanlar, Kayıp Sembol ve Cehennem'de o kadar çok kullandı ki bu stili, artık bir üslup olmaktan çıkıp adeta bir şablona dönüştü. Ama hakkını verelim, gerçekten heyecanı diri tutmayı ve bu örgünün içine eklediği ilginç detaylar ve teorilerle okuyucunun ilgisini çekmeyi gayet iyi biliyor.

Bu kitapta Langdon, Harvard'dan eski öğrencisi, teknoloji uzmanı ve fütürist iş adamı Edmund Kirsch'ün, insanoğlunun kaderini açıklayan iki soruya yanıt verecek bir icat yapması ve bunu dünyadan önce, Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslam dinlerinin üç kanaat önderiyle paylaşmasıyla başlıyor. Kirsch icadının dünyadaki dinleri bitireceği iddiasında. Hemen ardından icadını tüm dünyaya açıklamak üzere bir canlı yayın organizasyonu düzenliyor. İşte bu binada.



Bilbao'daki Guggenheim Modern Sanat Müzesi. Müzenin mimarisi bile başlı başına bir modern sanat eseri havasına sahip. Dünyanın en fütüristik dizayna sahip müzelerinden biri. Zaten fütürizm ve modern sanat ikilisi, Brown'un bu romanında sıklıkla kullandığı iki öge olmuş. Eserlerinin genel olarak sanat ile adeta iç içe, örülü ve hatta bizzat sanat tarihinden ilham alan eserler olduğunu biliyoruz. Bu kez ise modern sanatı yorumlamış ve adeta geleceğin sanatına bir bakış atmış Brown Langdon'ın gözünden. Zira bu kitapta anlatılan olaylar dizisi, geçmişle olduğu kadar gelecekle de ilintili.

Diğer eserlerinde de olduğu gibi Brown bu romanında da mimariden çok fazla esinlenmiş. Zaten Brown'un kurgusu için yaptığı araştırmada çıkış noktasının mekanlar olduğuna inanıyorum. Bu eserinde de mimariden, özellikle İspanya'nın belli başlı mekanlarının felsefesinden çok esinlenmişti. Bunlardan biri aşağıdaki yapı.

 

Barcelona'daki Sagrada de Familia Katedrali. Romanda bir eserini daha görüğümüz, Art Nouveau akımının öncüsü ünlü Katalan mimar Antoni Gaudi'nin belki de en meşhur eseri. 1883'ten beri yapımına devam edilen eserin tamamlandığında dünyanın en büyük kilisesi olacağı tahmin ediliyor. Hristiyan dünyada yarattığı tartışmalara rağmen, İspanya'nın sembol binalarından biri. Kitapta baş karakteri Langdon tarafından sıkça 'organik bir yapıya' benzetilen eser, adeta canlıymış gibi yüzyıllardır büyümeye ve gelişmeye devam ediyor. Çok ince bir metafor.Eserin temasındaki canlıların kaderi  ve insan evriminin gelişimi göz önünde bulundurulursa eser dahada anlam kazanıyor. Brown bu tip sanat eserleri ve mimari yapıları eserlerinde harmanlamayı çok iyi başarıyor. Ve bu eserine kattığı tek yapılar bunlar değil.



Kitapta geleceğe dair en net mesajlardan biri bu. Resimde görmüş olduğunuz kuantum bilgisayarı D-Wave, NASA ve Google tarafından geliştirilmiş bir cihaz. Kitaptaki bilgisayar dehası karakterimiz Kirsch'ün icadı, bu cihazın bir üst modeli olan adeta çift beyin lobuna sahip, gelişmiş bir yapay zeka üretebilen kuantum bilgisayar E-Wave. Kitap boyunca Langdon'a yardımcı olan yapay zeka Winston'ın kurucusu. Yeri gelmişken belirteyim, yapay zeka teknolojisi kitapta tahmin ettiğinizden çok daha ön planda. Hatta şaşırtıcı derecede... Neyse spoiler vermeyelim.  Kirsch E-Wave'i tam şurada kuruyor.




Barcelona Süper Bilgisayar Merkezi. Artık dini kullanımı olmayan bir şapelin içine yerleştirilmiş bir süper bilgisayar ağı. Görüyorsunuz değil mi,  eski ve yeniyi, tarih ve geleceği, din ve bilimi bağdaştırması açısından belki dünyadaki en sembolik mekanlardan biri. Brown'un hep üzerine oynadığı, hoş bir çatışma yaratarak beslendiği din-bilim rekabetini bünyesinde barındıran bulunmaz bir hazne değerinde. Bu tür mekanları eserlerinde işleyebiliyor olması, Brown'un araştırmacılığına beni bir kez daha hayran bıraktı.

Ve eserini İspanya'da geçecek şekilde kurgulaması, tüm mekanlarını İspanya'da seçmesi... Gerçekten dahiyane! Böyle bir kurguya el verişli mekanların da İspanya'da yer alması bir hayli ilginç. Özel mimariye sahip eski binalar, modern sanat galerileri, teknoloji merkezleri... Antoni Gaudi gibi yaratıcı ve aykırı bir mimarın eserlerinden çıkardığı anlamlar ve bunlarla romanının felsefesini beslemesi gerçekten çok etkileyici detaylar.

Tabii bir de o soruların cevabı var; bu iki soru çok hayati sorular. Nereden geliyoruz... Bir ayağı Yaratılış'ta, yani üç büyük dinin ve pek çok diğer dinin inandığı tanrının varlığında, diğeri de ateistlerin iddia ettiği haliyle canlı hayatın kendiliğinden başlamış olduğu ve evrimleşerek geliştiği savında. Hemen belirteyim, yazar bu kurgusunda bir üçüncü durum sunmamış, var olan teorilerden birini sözde ıspatlamış. Bunu yapma yöntemi de bir hayli ilginç... Neyse heyecanınızı kaçırmayalım.

Bir de tabii nereye gidiyoruz sorusu var. Onun cevabını ise, birkaç ay önce National Geographic'te okumuş olduğum bir başka makalenin konusu olan bir teoriyle veriyor yazar. İnsan evriminin bir sonraki adımının 2002'de ortaya çıkıp hayatımızda ayrılmaz bir yer edinen yeni bir türün eseri olacağı zaten değişmez bir tahmin. Bunun kesin cevabını da romanı okuduğunuz zamana bırakalım, tat kaçırmayalım...

Tabii yazar, insanların bu keşif açıklandıktan sonra sormayı akıl edemediği bir soruyu baş karakteri Langdon'ın ağzından sorarak, aslında bu tezlerden birinin hiçbir şekilde çürütülemediğini belirtiyor, ki ben de bu fikirdeyim. Evrim konusunu bilemem, ama 'İnsanı doğa yarattıysa, doğayı kim yarattı?' sorusunun hiçbir şüpheye mahal bırakmadığı açık. Şahsen ben, insanın doğada kendiliğinden var olduğuna da inanmıyorum, orası ayrı. Yine de her iki kesimden okurları da ciddi bir fikir ayrılığına düşürecek ve yıllardır süregelen bir tartışmayı alevlendirecek bir kurgu olduğu gerçek bu romanın.

Dan Brown'un son romanı 'Başlangıç'tan izlenimlerimiz bu şekilde. Bir başka eserde daha görüşmek üzere, okumaya devam!

Yorum Gönder

[disqus]

Çizgi Evreni

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget